T.C. Mİllî Eğİtİm BakanlIğI
KONYA / SEYDİŞEHİR - TOBB Cumhuriyet İlkokulu

Okulumuz Öğrencisinden Hikayeler

       Okulumuz 4/B Sınıfı öğrencilerinden Elif Verda Baran'ın hikayeleri bir dergide yayınlanmıştır. Öğrencimize başarılarınınn devamını dileriz. Daha nice hikayelerde buluşmak ümidiyle!

  

Cem, Üç Arkadaşı ve Bir Şüpheli

  • Yazar: Elif Verda Baran (10 yaşında)

 Editör: Zeynep Asya Fazlıoğlu (14 yaşında)

   

Merhaba. Ben Cem, 10 yaşındayım ve bir kasabada yaşıyorum. Benim bu kasabadaki en yakın arkadaşlarım Mehmet ve Murat. Biz üçümüz süper bir takımız. Birlikte oyun oynamaktan çok hoşlanırız.

 
 

O gün Murat ile buluşmuştuk. Sıcaktan dondurma gibi eridiğimiz bir yaz günüydü. Murat ve ben yeşil tepede oyun oynuyorduk. Mehmet üzüntüyle yanımıza geldi en sevdiği kaleminin kaybolduğunu söyledi. Sonraki gün ise Mehmet’in silgisi kayboldu. Daha sonraki gün ise Mehmet ‘in defterlerinden biri kayboldu. En sonunda Mehmet’in suluğu da kaybolunca gruptaki herkes bu ardı ardınca olan kayıpların normal bir kayıp olmadığını anlamıştı. Mehmet çok üzülmüştü. Murat ve Mehmet bir kişiden şüpheleniyordu: Evet, Onur’dan. Onur; sinirli, yapılı, her şeyden şikayet eden ve oyun oynarken sorun çıkaran bir çocuktu zaten. Geçenlerde başka bir arkadaşımızın kalemini izinsiz almıştı. Mehmet‘in de eşyalarını o almış olabilir diye düşünüyorlardı. “Mehmet’in eşyalarını kimin çaldığını gördüm,” dediğimde ikisi de aynı anda “Kim?” diye bağırdı. Ben de “Onur,” diye cevap verdim.

 
 

Aslında hiçbiri şaşırmamıştı çünkü zaten ondan şüpheleniyorlardı ama benim nereden bildiğimi merak ediyorlardı ve aynı anda “Sen nereden biliyorsun?” diye sordular. Şöyle cevap verdim: Anlatayım. Öğle arası idi. Siz yemeklerinizi yiyip oyun oynamaya başlamıştınız bile. Ben de susadığım için suluğumu almaya gitmiştim. Fakat tam sınıfa girecekken Onur’un Mehmet’in sırasından kayıp olan suluğunu aldığını gördüm, dedim ve onların yanından ayrıldım. Ben onları uzaktan izlemeye başladım. Birden Mehmet koşmaya başladı. Murat onu durdurmaya çalışıyor ‘Önce sakin ol,’ diye arkasından sesleniyordu. Ben de onları takip ettim. Mehmet olayı anlatmak için yayından fırlayan bir ok gibi kendini öğretmenler odasına attı. Durumu öğretmenimizle paylaştık. Öğretmenimiz ilk olarak Onur’a yapıp yapmadığını sordu. Onur yapmadığını söyleyince doğru olup olmadığını anlamak için kameralara baktı. Mehmet’in eşyalarını Onur’un değil de benim aldığımı gördüğünü söyledi. Öğretmenimiz olanları anlatınca Mehmet ve Murat inanamadı. Çünkü onlar benim yapacağımı hiç düşünmemişlerdi. Murat bunu neden yaptığımı sorunca utanarak Mehmet’in eşyalarını çok beğendiğim için aldığımı ve Onur’dan şüphelendiklerini duyup suçu Onur’un üstüne attığımı söyledim. Mehmet bunu duyunca çok sinirlendi fakat Murat üstüme gitmemesini söyledi ve Mehmet’i sakinleştirdi. Ben zaten çok üzgündüm, üzerime koca bir dağ yıkılmış ve altında kalmışım gibi hissediyordum. Yaptıklarım utanç vericiydi ve ben bu davranışı nasıl yapabildiğimi hâlâ anlayamıyordum.

 
 

Mehmet, Murat ve Onur‘dan özür diledim. Üçü de hatamı anladığımı görünce beni affetti. Tabii ki Mehmet ve Murat da Onur‘dan özür diledi. Sonuçta en başında onlar da Onur’dan şüphelenmişti. Onlar Onur’u bilmeden suçladıkları, ben ise suçumu Onur’un üstüne attığım için Onur’a bir hediye almak istedik. Hediyeyi verirken mahcubiyetimizi dile getirdik. Onur buna çok sevindi. Onur’un hediyemizi beğenmesi bizi mutlu etti. Öğretmenimiz hepimizin hatasından ders çıkarmasına çok mutlu oldu.

 
 

Biz artık dört kişilik bir grup olmuştuk: Murat, Mehmet, ben ve Onur. Oyunlarımızı beraber oynuyor, ödevlerimizi beraber yardımlaşarak yapıyorduk ve okula beraber gidip beraber geliyorduk. Ben artık anlamıştım. Hiçkimse yalanını başkasının üstüne atmamalı çünkü yalan kor bir ateş gibidir, insanın içini yakar durur. Bu olaydan sadece ben değil Mehmet ve Murat da ders çıkarmışlardı. Bir daha bilmeden, kanıtları olmadan kimseyi suçlamamaları gerektiğini... Sonuçta yapmadığın hâlde suçlanmak ıssız bir ormanda kaybolmaya benzer çünkü kendini yapayalnız hissedersin. Bu olay sınıftaki diğer arkadaşlarımıza da örnek olmuştu ve herkes yalan söylemenin zararlarını izlemişti. 

 

Üç Kafadar

 

Yazar: Elif Verda Baran (10 yaşında)

 Editör: Nahide Rana Can (12 yaşında)

 
   
 

Bir zamanlar Cezayir ormanının derinliklerinde Orf amca adında biri yaşardı. Orf amca, geçimini kasabada odun satarak sağlar, onun dışında kasabaya inmezdi. Yine bir yaz günü Orf amca, ormana odun toplamaya gitti. Karşısına çok büyük ve görkemli bir ağaç çıktı. Evet, bu okaliptüs ağacıydı ve Orf amca içinden “Bu ağacın odunları çok güzel para eder ve ben bunları satarsam zengin olurum,” dedi. Tam kesmeye başlayacakken bir ses duydu:

 

- Ne olur beni kesmeyin, bir gün gelir ben de size yardım ederim. Hem benim birçok özelliğim de vardır. Mesela ben bataklıkları kurutabilme özelliğine sahibim. Bir gün bataklığa düşerseniz size yardımım dokunur. Lütfen beni kesmeyin!

 
 

Orf amca hiç şaşırmadı çünkü bu civardaki bütün ağaçlar konuşurdu. Bu nedenle ağaca hiç aldırış etmeden ağacın bazı dallarını kesmeye başladı. Ağacın söyledikleri onu hiç etkilemedi. Orf amca, iki gün sonra yine ormana ağaç kesmeye gitti. Yürürken karşısındaki bataklığı fark etmedi ve bataklığa düştü. Bataklık onu içine çekmeye başladı. Orf amca çıkmaya çalışıyor ama bataklık onu daha çok derine çekiyordu. “İmdat, yardım edin!” diye bağırmaya başladı. Daha sonra dallarını kestiği ağacı gördü. Orf amca yalvararak:

 

- Lütfen bana yardım et, lütfen yardım et de çıkayım!

 

Okaliptüs ağacı:

 

- Ben sana yardım etmem çünkü ben sana yalvararak dallarımı kesmemeni ve bir gün sana yardımım olacağını söylediğimde sen beni dinlememiştin!

 

Orf amca hem çok utandı hem de kendine kızdı. Ne yapacağını bilmiyordu, çaresizce yalvarmaya devam etti. Hatasını anlamıştı ama zamanı geri alamayacağını biliyordu. Sonra mucize gibi bir şey oldu. Okaliptüs ağacı, Orf amcanın yalvarmalarına dayanamadı ve onu kurtardı.

 
 

Orf amca ilk olarak biraz soluklanıp su içti ve ardından ise okaliptüs ağacından özür diledi. Okaliptüs ağacı, Orf amcayı bir şartla affedeceğini söyledi. Bunu duyan Orf amca “Şartların nelerdir?” diye sordu. Okaliptüs ağacı başladı sıralamaya:

 

- İlk olarak odunculuğu bırakıp başka bir işe başlayacak, ağaç kesmeye bir son vereceksin. Sonra yeni arkadaşlar edineceksin, bu sana iyi gelecek emin ol . Ve son olarak kendine bir bahçe yapacaksın. Bahçene çiçekler, ağaçlar, meyve ve sebzeler dikecek; onlara iyi bakacaksın ve her zaman bakımlarını da yapacaksın.

 
 

Orf amca biraz düşündü ama sonra “Denemekten zarar gelmez,” deyip şartları kabul etti. Hatta çiçeklerinin her birine bir isim bile koydu. Çiçeklerinin isimlerinden bazıları da şunlardı: Sarıkız, Pembe, Mor Benek, Altın Sarısı, Şeker, Tarçın, Kamufle, Limon, Fırfır ve Boncuk. Sonra kendine yeni bir dondurmacı dükkânı açtı, adını da “Neşeli Dondurma” koydu. Yeni arkadaşlar da edindi. Tabii arada sırada okaliptüs ağacının bakımını yapmaya da gitti. Ve her gittiğinde koyu bir sohbete başlarlardı. İkisi de bundan hoşlanırdı. Orf amca, bazı zamanlar yanında kitap getirir, okaliptüs ağacına okurdu. Orf amca hayatında hiç bu kadar mutlu olduğunu hatırlamıyordu. Okaliptüs ağacının dedikleri işe yaramıştı. Orf amca, okaliptüsü her ziyaret ettiğinde ona teşekkür ediyordu.

 
 

Yine bir gün okaliptüsü ziyarete giderken bir ses duydu. Bu bir köpek sesiydi, yaralanmışa benziyordu. Orf amca köpeği alıp veterinere götürdü. Köpek tedavi olunca onu sahiplendi ve adını beyaz olduğu için “Kartopu” koydu. Bu güzel haberi okaliptüs ile paylaştı. Okaliptüs de çok mutlu olmuştu. Orf amca artık okaliptüsün ziyaretine tek gitmiyor, Kartopu’nu da yanına alıyordu. Okaliptüs de buna çok seviniyordu. Üçü artık ayrılmaz bir ekip olmuşlardı.

                                

Paylaş Facebook  Paylaş twitter  Paylaş google  Paylaş linkedin
Yayın: 01.05.2025 - Güncelleme: 01.05.2025 17:58 - Görüntülenme: 101
Kaynak: https://www.dergimudita.com
  Beğen | 3  kişi beğendi